🎒 İçinde ne var?
Neye göre "pahalı" veya "ucuz" ? , Perspektif - sevgiye ihtiyaç, öz sevgi öz yeterlilik kavramlarının ele alınışı, Laurie Anderson
İÇİNDE NE VAR?
+ Sana bu çantayı 1000$’a satacağımı söylesem ne derdin?
- Muhtemelen “Hayır.” derdim.
+ İşte “fakir” insan böyle düşünür.
Peki Dan Herry’ye göre “zengin” insan ne yapar?
“Çantanın içinde ne var?” diye sorar.
Eğer çantanın içinde ne olduğunu sorsaydın “100.000$” olduğunu öğrenecektin. Ama hiç sormadığın için “99.000$” kaybettin.
Fakir insanlar asla “içinde ne var?” diye sormazlar.
Sadece bedelini sorarlar ama ederini bilmezler.
Dan Herry’yi düzenli olarak takip etmesem de ve ekran görüntülerini aldığım bu içerikteki tarzını ve üslubunu kendime yakın görmesem de içeriğin özünde bir değer olduğunu düşünüyorum.
Herhangi bir “tutar” tek başına “ucuz” veya “pahalı” olamaz.
Örneğin;
Kendi markanızı kurmaya karar verdiniz, e-ticaret ile ürünlerinizi satmayı planlıyorsunuz ve websitesi yaptıracaksınız.
Size 5.000 TL ve 150.000 TL teklif veren 2 firma var.
5.000 TL’lik teklif dandik yerli bir e-ticaret altyapısının sıradan bir temasına ürünleri yerleştirmeyi kapsadığı için ve bir şeyler yolunda gitmediğinde (kesinlikle gitmeyecektir.) harcayacağınız vakit, yaşayacağınız hayal kırıklığı ve umutsuzluktan dolayı “pahalı”
150.000 TL’lik teklif ise sizin ihtiyaçlarınıza göre müşteri deneyimi baştan aşağıya tasarlanan ve kodlanan, sağlam bir e-ticaret altyapısıyla çalışan, e-mail marketing araçlarıyla, tüm reklam mecralarıyla, analiz platformlarıyla entegrasyonu yapılmış bir teklif olduğu için “ucuz” olabilir.Bir sağlıklı yemek servisine kaydolmanız öğün başına size %50 daha “pahalı”ya gelebilir. Ama gerçekten daha mı “pahalı”?
Bir kulüp üyeliği için aylık 5.000₺ ödemeniz gerekiyor. “Pahalı” mı? Eğer orada değer verdiğin ilişkiler kurabileceksen, buna vesile olabilecekse belki de değil.
Örneklerin sayısı artırabilir. Tabi ki herkesin maddi durumu birbirinden çok farklı. Kimseye neye ne kadar para harcaması gerektiğiyle ilgili yönlendirme yapmaya çalışmıyorum.
Sadece “değer tayini”nin önemine dikkat çekmek istiyorum.
Bir çanta gördüğümüzde ve fiyatını öğrendiğimizde soralım:
Hepimize “değer tayini” becerisi diliyorum.
Perspektif.
Sizi sevmeye gönüllü insan birçok hatanıza rağmen sizi sevecekken, sizi sevmeye gönüllü olmayan biri, tek bir yanlış adım atmanız için tetikte bekleyecektir. Böyle birinin sevgisini kazanmaya çalışmak, çekmemeniz gereken acıları çekmeye gönüllü olmak demektir.
En sonunda ya acıya yol açacağız ya acı çekeceğiz. Birini sevmek ve sevilmeye kendimizi açmakla ilgili yaptığımız anlaşmanın bedeli budur. Ya önce biz sevdiklerimize ya da sevdiklerimiz bize bir noktada veda etmek zorunda kalıyor. Madem durum bundan ibaret, bu acının miktarını artırmak için bu kadar da gönüllü olarak çaba harcayıp, bizle ne derdi olduğunu çözemediğimiz insanlara kendimizi sevdirmeye çalışmamalıyız.
Sevgi, sahip olduğumuz niteliklerimizden çok, bakan gözün nasıl baktığına bağlı. Hayatta kurduğumuz birçok iletişimde karşı taraf daha ağzımızı açmadan önce bizim hakkımızda bazı yargılara varmış olmasına rağmen, biz konuşarak sonucu başından belli bir oyunu oynamaya devam ederiz. Breaking Bad’deki “Sen tanıdığım en zeki insansın ama hala 10 dakika önce çoktan karar verdiklerini anlamadın.” sözüne uygun ömürler yaşarız.
Perspektifin bir insanın bizi sevip sevmeyeceğini belirleyen asıl kriter olduğunu anlarsak, başkalarına kendimizi sevdirmek için çok uğraşmayız çünkü konu hiçbir zaman bizimle alakalı değildi. Örnek olarak, bazı insanlar kendilerini sevenlere komedyen Marx’ın “Beni kabul edecek hiçbir kulübe girmek istemem.” sözündeki gibi davranır. Kendilerini değersiz hissettiklerinden, sizin onlara değer vermeniz, ya sizin de değersiz olduğunuzun ispatıdır ya da yanlış seçimler yapabildiğinizin bir kanıtıdır. Ve bu başlangıç noktasındaki sizle alakası olmayan kendileri hakkındaki varsayım, bütün geleceği şekillendirir.
Peki sevgimize kim değerdir?
sorusunu bu yazıda tersinden sormak istiyorum. Kim çekeceğimiz acılara değer? Benim bu soruya cevabım, senin sevgine ihtiyacı olmayan biri oluyor. Daha benimle tanışmadan önce kendisiyle mutlu olabilen bir insan ancak beni olduğum gibi kabul edip, sevebilir.
Size ihtiyacı olmayan kişi, sizi en çok sevebilecek kişidir.
Sizi ister ama size ihtiyaç duymaz. Eğer ortada bir ihtiyaç varsa, kapatılmak istenen bir eksiklik vardır ve o eksikliği sizin kapatmanızı bekleyen kişi o eksik hissettiği noktaya sizi oturtamadıkça, sizi törpüleyerek oraya sığdırmaya çalışacaktır. Peşinde koştuğunuz biri varsa eğer, o kişi siz onun peşinde koşmadan önce değerinizi anlamış olmalıydı. İkna çabasına değecek biri yok mu? diye bu noktada bir soru sorabiliriz. Tabi ki var ama o ikna çabasına değecek kişi için çabalamaya gerek kalmıyor. Hayatın kara mizah tarafı da burada.
Peşinde koşulan, ikna edilmeye çalışılan birine ne olduğuna bir bakalım; İkna etme çabası, bir ebeveynin çocuğunu kontrol etme çabasına benzer. Her aksiyon, o aksiyonun fayda zararından çok, o kişiyi kontrol etmeye çalıştığınız gerçeği üzerinden değerlendirilir. Her şey için çok geç olduğunda bir şeylerin değerini bilmemiz sadece geçmişi daha iyi hatırlamamızla alakalı değildir. Yaşananların bizim üzerimizdeki kontrolü de yok olduğundan, sadece çok geç olduğunda yaşananlara objektif olarak bakabilir ve göremediğimiz güzellikleri görebilmeye başlarız.
Kısacası bağlamdan koparılmış Shakespeare alıntısı perspektifin yarattığı dramı benim için şiirsel bir şekilde özetliyor; “O hell! to choose love by another’s eyes!”
Peki bizim perspektifimiz? Biz güzelliği takdir edebilecek gözlere sahip miyiz? Zekanın keşfinin, zekaya ihtiyacı vardır. Kendini eğiten bir insan ancak bir başka kendini eğiten insanın değerini bilebilir.
Kendimize yatırım yapmamız, sadece yatırım yapmaya değer insanları daha iyi görmemizi sağlamaz, aynı zamanda, yatırım yapmaya değer insanların bizi de görmelerini sağlar.
Başka birine duyduğunuz ihtiyaç ortadan kalktığında, ihtiyaç duyduklarınız dibinizde bitiyor.
“Bu; hayatın ‘sen bakarken soyunamıyorum’ deme şeklidir.” - Shutter Island
Bu yazı uzun zamandır keyifle takip ettiğim Alper İskender’in bu twitter threadi’nden.
Alper’i de takibe almanı öneriyorum.
LAURIE ANDERSON
Akademik olarak benzer yollardan yürüdüğüm Hulki Okan Tabak’ın Laurie Anderson’ın hayatındaki rolünü paylaştığı blog içeriğinden etkilendikten sonra Laurie Anderson’ın müziklerini dinlemeye başladım.
Sen de şarkılarına şans verebilirsin. Favori albümü “Bright Red”
Okan Tabak yazısını şu sözlerle bitiriyor:
“Laurie, like my wife, represent empowerment to me. She embodies the strength of the independent cerebral urban woman. Yet if that would not be somewhat adequate, there are layers and layers of feeling, emotion, fun and pun in her that prevents her becoming a teacher and makes her in to a friend and a fellow traveler. I have great respect and admiration for Laurie Anderson and this babble of an article is my personal homage. Thank you Laurie..”
🖤 TEŞEKKÜRLER 🖤
Patreon üzerinden destek olan Oğuzhan Kızılcan’a, Burak Yılmaz’a, Emrah Eker'e, Elif Aleyna Duman'a, Şara Maraşlıyan'a, Tarık Yaşargün'e, Orhun Süzer'e, Gamze Aluç'a, Irmak Naz Polat'a, Aras Toker'e ve İlayda Ataoğlu'na teşekkür ediyorum.
Bu bültenlerden keyif alıyorsan, bir değer elde edebiliyorsan sen de Patreon'dan düzenli destekçi olabilir ve/veya bültenden beslenebileceğini düşündüğün arkadaşlarınla bülteni paylaşabilirsin.
Harika bir yazı, sevdiklerimle de paylaştım🫶 Okumaya değer şeyler bulmak bazen çok zor. Bu yazı, pazar günüme anlam kattı.
Çok teşekkürler